Ödünç alınan hayat oyuna izin vermiyor
Günümüz Yunan edebiyatının öne çıkan isimlerinden Dimitris Sotakis, romanlarında yarattığı tekinsiz ve tuhaf ortamları aynı özelliklere sahip karakterlerle büyüterek yabancılaşmayı, huzursuzluğu, başarı açlığını, yalnızlığı, huzursuz yaşamları ve absürdlüğü anlatan bir yazardır. .
Yunanistan’da son dönemde yaşanan ekonomik ve siyasi krizleri tüketim kültüründen kaynaklanan kısır döngüyle birleştiren Sotakis, bireyin benliğini ele geçiren neoliberal kapitalizmi mizahi ve ironik bir üslupla sunuyor. Kitaplarında, hayattaki matematiksel mutlakların geçersizliğiyle birlikte, sanal kalabalıklardan gerçek yalnızlığa geçen insanların yalpalamalarını da ele alıyor.
Sotakis romanlarında bize aynalar sunar; Tüketim tutkumuzu, kendimize olan hayranlığımızı anlatırken ideal yaşamın dayatmalarından, başarıya kölelikten ve yenilgi kaygısından uzak durur. Bazen yarım kalan sorulara ve şüphelere…
Yazar, yeni romanı ‘Yarım Yürek’te, bir arkadaşının uyarısıyla sakin hayatı bir anda alt üst olan bir ressam adayıyla tanıştırıyor bizi. Anlatıcı, her zaman yaptığı gibi gerçekliği ayaklarımızın altından kaydırırken, kahramanın “ikizi” ile olan ilişkisinin de yardımıyla önümüze yeniden bir ayna koyuyor.
‘GERÇEK HARİÇ HER ŞEY İÇİN ÇOK GEÇ’
Bir zamanlar ressamlıktan dönen anlatıcı, eşi Maria ve oğlu Dionysis ile birlikte “bir doz mutluluk ve tamamlanma duygusu sağlamak için” nesnelerle doldurduğu evde yaşıyor ve istikrarlı bir gerçekliğin özlemini çekiyor. rutinlerinin dışına çıkmak istemediğini söyledi. İstatistiklere ve sonuçlara hiç ilgisi olmasa da bir kamuoyu araştırma şirketinde çalışıyor ve manevi hendeklere düşüyor. Evlenmeden önce resimle ilgilenen ve sanatla iç içe yaşayan bu adam, eşinin “teşvikiyle” eski hayatına veda etti.
Sotakis’in çizdiği bu tabloda, alışık olduğu düz hayattan pek memnun olmayan ya da alıştığını düşünen, yaraları açık, tamamlanmamış bir adamla karşı karşıyayız: “Maria bizim yaşama şeklimizden memnun ya da en azından Gözlerinin içine baktığımda bunu anlıyorum; bu oyun tam olarak kurallarına uygun.” onun standartlarına göre belirlenir. Öte yandan, tüm bu normallik yargılarıyla ona haksızlık edip etmediğimi sık sık kendime soruyorum ve bazen bunların üçüncü bir tarafın kulağına aşağılayıcı gelip gelmeyeceğini düşünüyorum. Maria sıradan bir hanımefendi, öngörülebilir olanla barışık, oysa ben basmakalıp şeylere katlanan biriyim, ben evcilleştirilmemiş bir zihnim.”
Anlatıcının monoton hayatını değiştiren, hatta alt üst eden ise arkadaşı Gerasimos’un gösterdiği bir fotoğraftır: Çerçevede ona tıpatıp benzeyen, neredeyse ikizi olan bir adam vardır. Bu noktadan sonra anlatıcının hayatına hoşnutsuzluğun yanı sıra şüphe de girer ve bu da ruhunu karıştırır. Bir de “ikiz”inin aranması…
GERÇEK OYUNCAĞINA DÖNÜŞTÜ
‘Yarım Yürek’te, anlatıcının kesintiye uğrayan eski hayatı ve yeni hayatına dair kafamızı karıştıran, kafa karıştıran her şeyin etrafa saçıldığı bir hikâyeyle karşı karşıya kalıyoruz. Anlatıcı ve “ikiz”i geçmişi ve bugünü karşılaştırarak bir hesaplaşmaya girişir. Yani bu zihinsel ve psikolojik bir mücadeledir.
Anlatıcının “ikizi” yarım bıraktığı ya da uzaklaştığı her şeyi tamamlıyor; Kendini resme adar, tekniğini geliştirir, hayatını dolu dolu yaşar ve kendini özgür hisseder. Anlatıcı, bir yandan “ikiziyle” gurur duyarken, diğer yandan da eski hayatını anımsıyor: “Aklım hep onun resimleriyle meşguldü. Onun atölyesini ve eserlerini düşündüğümde, şöyle hissettim: ağır bir tatmin. Bu benim hayatımdı, bu bendim ve bu gerçek, hayatta olmama rağmen kendimi bütün hissetmemi sağladı. Ve bu şehirde dolaşmaya değerdi.”
Bu durumu karısına ve oğluna açıklayamadığı için ailede krize neden olan anlatıcı, “ikizinin” oyuncağına dönüşüyor. Onunla arasındaki gerilimin bir başka yönü de eski aşkını hatırlamasıdır. Daha doğrusu “ikizi” ona bunu hatırlatıyor. Maria’nın aldatıldığını düşünmesi tarafların şüphe denizinde yüzmesine neden oluyor ve anlatıcının şu cümleleri konuyu özetliyor: “İnsanın kendini tanıyamaması çok dokunaklı bir durum. (… ) Savunmasız bir varlıkmışım gibi beni ezen varoluşsal bir karanlığın içinde boğuluyordum. Ben bu evde hiç olmadım.” Kendi ayaklarımın üzerinde duramıyordum, yarım kalmıştım, beynime yerleştirilen bir bombayla yok olmaya hazırdım, fitil ateşlendi, yarısı yandı ve yanmaya devam ediyordu, bazen her şeyi tamamen yakmaya yakındı. ve etrafımdakileri yok olmaya sürükleyerek yok ediyorum. Ama bazı nedenlerden dolayı olmadı. Her seferinde hafif bir rüzgar esiyordu ve patlamayı önledi. Nereye ait olduğumu biliyordum ama bu alana tam anlamıyla uyum sağlayamadım. Kendi nefesimi bile kontrol etmeme engel olan çaresizliğim ve gerginliğim beni hep bir erteleme sürecine itiyordu, kafamdaki hiçbir aritmetik işlem gerçek olmuyordu, her şey bir bütün halindeydi. Beni yenilgiye sürüklüyordu, var olmam için tek bir neden yoktu, belki de başkalarına engeldim, kaldırmaya değmeyecek bir ağırlıktım, o yüzden ya tamamen parçalanacaktım ya da sonsuza dek değişecektim.”
Anlatıcı, “ikiz”inin peşinde koşarken ve eski hayatını ararken bir hayaletin peşinde olduğunu ve bir şarlatanla arkadaşlık kurduğunu hisseder ve “kendi akışı olmayan, ödünç alınmış bir hayat oyun olanağı sağlamaz” diyor. ” Bu nedenle Sotakis okuyucuya şu soruyu sorar: “Anlatıcının hayatı mı yoksa onun ‘ikili’si mi?” O sorar.
Sotakis, “ikiziyle yarışma”yı anlatıcının kendini aramasının, bulmasının, kendini tanımasının ve yarım bıraktığı pek çok şeyi yeniden gözden geçirmesinin öyküsü olarak kurgulamıştır. ‘Yarım Kalp’, hayatını nasıl yaşayacağını hiç bilemeyen bir adamın yıllar sonra attığı kararlı adımları anlatan bir roman; Kişilik analizine yer verilen ve gerçeğin yazar tarafından oyuncağa dönüştürüldüğü bir hikaye.
Söz konusu şüphe ve arayış, Sotakis’in gerçeklikle oynadığı, onu zaman zaman esnettiği, bazen de sis bulutuna çevirdiği kurgunun bir parçası. Anlatıcının “Sanırım artık gerçek dışındaki her şey için çok geç” sözleri söz konusu kurgunun göstergesi olup, fotoğrafın çekildiği yerde kendisiyle karşılaşması sorunun doruk noktasıdır: “Aslında ben senin hayatını senin bıraktığın yerden yaşıyorum. Ressam olup Myrto’yla yaşamak istiyorum.” “Her şeyden vazgeçip hayatınızı değiştirdiğiniz, evlenip çocuk sahibi olduğunuz ve eski hayatınızı geride bıraktığınız andan itibaren. Ben bu hayatı yaşıyorum, ben bir ressamım, Myrto ile yaşıyorum, sizin yapmadığınız şeyleri yapıyorum.” “
(KÜLTÜR VE SANAT HİZMETİ)