Urartu’nun Van’a Yansıması
Erkan Konyar*
Urartu Krallığı’nın başkenti olan Tuşpa (Van Kalesi), aslında 7.000 yıllık yerleşim geçmişine sahip eski bir şehirdir. Bugün uluslararası Van Havalimanı sınırları içinde kalan Tilkitepe Höyüğü, Urartu’nun başkentinin de içinde bulunduğu Van Ovası’nın tarihini 7 bin yıl öncesine kadar götüren kalıntılara sahip. 20. yüzyılın başlarında höyükte yapılan arkeolojik kazılarda Halaf çanak çömleği bulunmuştur. Bu boyalı çanak çömlek sayesinde Tilkitepe, Mezopotamya Kalkolitik Halaf Kültürünün en kuzeydeki merkezi olarak gösterilmektedir. Tilkitepe’nin yanında Van kayalığına paralel uzanan bir diğer höyük olan Van Kale Höyüğü’nde ise geniş bir alana yayılmış İlk Tunç Çağı’na ait yerleşim katmanları saptanmıştır.
BELLEĞİN KRALININ MERKEZİ: BAŞŞEHİR TUŞPA
MÖ 9. yüzyılın başlarından itibaren Van, Urartuların başkenti oldu ve büyüyen bir krallığın merkezi haline geldi. Van kayalığının batı ucundaki Sardurburç/Madırburç üzerindeki yazıtlarda Urartuların ilk hükümdarı I. Sarduri, kendisini Nairi ülkelerinin hükümdarı ilan etmektedir. Yaklaşık 7-8 ton ağırlığındaki traverten ve kireçtaşı bloklardan inşa edilen bu anıtsal platform üzerindeki yazıtlarda Sarduri, söz konusu yapıyı oluşturan anıtsal blokların Alniunu adlı hükümdar tarafından bir şehirden getirildiğini belirtmektedir.
Bu traverten blokları üzerinde son dönemde yapılan petrografik analizler, taşların getirildiği yerin Edremit bölgesindeki traverten yatakları olduğunu göstermiştir. Van Rocky’nin krallığın çöküşüne kadar başkent olmaya devam ettiği açıktır. Urartu hükümdarlarının çivi yazılı yıllıkları ve çok odalı kaya mezarları buradadır. Yani başkent Tuşpa (Van Kalesi) ve yakın çevresi bir bakıma hükümdarın hafıza merkezidir.
URARTUSLARIN KÜLTÜREL MİRASI NE KADARDIR?
Urartulardan günümüze ulaşan saray ve tapınak gibi anıtsal yapıları içinde barındıran güçlü kaleler, bu mükemmel krallık hakkında bizlere bilgi vermektedir. Bronzdan yapılmış figüratif bezemeli kazanlar, kalkanlar, kemerler ve takılar etkileyici bir sanat anlayışını göstermektedir. Ancak bundan yaklaşık 2.800 yıl önce hem mimari hem de sanatsal açıdan ileri bir düzeye ulaşan bu krallığın kültürel mirası bugün ne kadardır? Bugün nüfusu 1 milyonu aşan modern Van kentinin batısındaki başkent kalıntılarından kent sakinleri ve yöneticileri ne kadar haberdar? Açıkçası, kalenin eteklerine kadar uzanan çağdaş Van kentinde, Eski Yakın Doğu’nun en maharetli kaya ustaları, mimarları ve mühendisleri tarafından inşa edilen Urartu mimari ve sanat üretiminin izine rastlayamazsınız. Aslında şehir Urartu’ya karşı kör ve dilsizdir. Öyle ki, adını Urartu başkenti Tuspa’dan alan merkez ilçe sınırları içinde Tuspa yer almamış, ancak “Tuşba” olarak yazılmıştır. Böyle bir umursamazlık…
Bugün Eski Van denilince, kalenin güneyine doğru uzanan surlarla çevrili, eski yapı kalıntılarının ve cami minarelerinin siluete hakim olduğu bölge kastedilmektedir. 19. yüzyılın ortalarında ve 20. yüzyılın başlarında bölgeyi ziyaret eden pek çok seyyah, şehri tarif etmiş, gravürlerine yansıtmış ve son dönemdeki seyyahlardan bazıları burayı fotoğraflamıştır. Çift surlarla çevrili Eski Van, Orta Çağ kentlerinin teşkilat şemasını yansıtıyor. Dar taş döşeli yollar üzerinde kerpiçten yapılmış iki katlı, avlulu, düz damlı evler yerleşim karakterine hakimdir. Yolların kesiştiği meydanlarda daha çok cami veya kiliseler ile han, hamam, çarşı gibi kamu binaları yer alıyor. Bilinenin aksine Van, 20. yüzyılın başında sadece etnik çatışmalar nedeniyle terk edilmedi. 19. yüzyılın sonlarından itibaren şehrin nüfusu seyrekleşmeye başlamış ve Bahçeler Bölgesi’nde, bugünkü Van’ın kurulduğu alanlarda yeni yerleşim yerleri oluşmuştur. Eski Van’daki surların, camilerin ve kiliselerin 19. yüzyılın sonlarında harap durumda olduğunu görüyoruz. Zengin aileler kuzeydoğudaki sulak alanlara, nehirlerle beslenen topraklara taşınır. Eski Van artık ıssız ve fakir ailelerin kaldığı bir bölgeye dönüşüyor.
VAN’IN KENDİNDEN ‘KIRILMA’ SÜRECİ
Eski Van’da yeraltı sularının yükselmesi, salgın hastalıklar ve surlarla çevrili alanın artık yapılaşmaya uygun olmaması, havası ve suyu uygun olan günümüz/modern Van’ın kurulduğu Bahçeler Bölgesi’nin cazibesini artırmıştır. Eski Van bir nevi çarşıya, iş yerlerinin korunduğu bir ticaret alanına dönüşmüştür. Aslında Van’ın kendi benliğinden ayrılma süreci, bu tarihî süreç ve olaylarla doğrudan ilişkilidir. Şehir aslında hafızasından koparılmış ve geçmişinin zenginliğinden uzaklaşmıştır. Orta Çağ’da hareketli bir şehir olan Eski Van, 1914-1919 savaş ve kaotik döneminde tamamen terk edildi. Savaştan ve ölümden sağ kurtulan halkın kurduğu yeni Van şehri, kale dışında adeta hafızasından silinmiştir. Yeni yerleşim ile geçmişten gelen birçok dini, etnik ve kültürel zenginlik kaybolmuştur. Orta Çağ’dan gelen bu mirasın yanı sıra kent, Urartu tapınaklarını, duvarlarını, bronz kazanlarını, tepeleri işlemeli çekici kemerlerini ve takılarını üreten belleğin estetik sorunlarından hiçbirini taşımamaktadır. Bu gerçeklikten olabildiğince bilinçli olarak uzaklaşmaya çalışılmıştır.
Şehir merkezindeki birkaç tabelada Urartu ismi dışında hiçbir yerde geçmiyor. Bazen hazine avcılarının hikayeleriyle yüklü zenginlik hayalleri, eski eserlerin yağmalanması üzerine inşa edilmiş bir hafızadır! Urartuların altınlarının peşinde koşan kaç can gitti… Aslında Urartularla ilgili bir kamuoyu bilinci var ama kamusal alanda somutlaşmıyorlar. En azından Urartu’nun başkenti olan bir yerde buna saygı duruşunda bulunan bir meydan ya da anıt olması gerekmez miydi? Ancak Van meydanlarında inci kefali, semaver ve Van kedisi heykellerini görebilirsiniz! Bir merkez ilçe belediye başkanına Urartu temalı bir anıt yapılması gerektiğini söylediğimde, “Çok eleştiri alıyoruz, bizim inancımıza aykırı bir şeymiş gibi algılanıyor” dedi. Bence Antik Yakın Doğu/Mezopotamya kültürlerinin çağdaş Orta Doğu ulus-devletleri tarafından kamusal alanlardaki cehaleti tam olarak bu ilişkiye dayanmaktadır: dini ve etnik nedenler.
Ben Van Kalesi kazılarının başındayken Urartu Arkeoparkı yapmak için çok uğraştık. 2019 yılında Belediye Başkanı seçilen Bedia Özgökçe, bahise yoğun ilgi gösterdi. Ancak görevden alınıp kayyum atanınca arkeoloji adına işbirliğimiz bile cezalandırıldı. Van kazı ruhsatımız iptal edildi. Kazı ruhsatları veya izinleri genellikle yönetmelik ihlalleri, bilimsel olmayan uygulamalar, bütçe sorunları ve yolsuzluk nedeniyle iptal edilmektedir. Ama hafriyat ruhsatımın iptal edilmesinin sebebi, görevden alınan bir belediye başkanının kazı ile ilgili tweetlerini retweet etmemdi!
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NİN URARTU OKULU’NUN OLUŞUMUNDAKİ MİSYONU
Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi kurulduğu 1967 yılından bu yana Urartu tarihi ve arkeolojisi adına Van’da değerli bir misyon üstlenmiştir. Urartu’dan yola çıkan araştırmacılar için en değerli durak noktasıydı. prof. Afif Erzen’in Çavuştepe ile başlattığı bu süreç, Taner Tarhan’ın Van Kalesi kazıları, Veli Sevin’in Karagündüz ve Altıntepe kazıları, Oktay Muhakkak’ın Anzaf ve Yoncatepe kazıları ile devam etti. En son İstanbul Üniversitesi adına Eski Van Şehri, Eski Van Kalesi ve Eski Van Höyüğü kazılarını 10 dönem yürüttüm. Araştırma merkezi, sadece İstanbul Üniversitesi personelinin değil, Urartu’da çalışan yerli ve yabancı çok sayıda bilim insanını da bünyesine katmış, kazı araçları için takviye sağlamıştır. Urartu okulunun oluşumunda değerli bir misyon üstlenmiştir.
Aynı zamanda İskele Caddesi’ndeki durağa da adını verdi: Araştır. Araştırma İstasyonu’nun arkasında etrafı duvarlarla çevrili geniş bahçe içindeki iki bina Vanlılar için bugün bile bir sır olarak kalmaya devam ediyor. Çoğu zaman üzeri tozla kaplı olan bu durakta inenler, demir kapının ardından gizemli bir şekilde gözden kaybolurdu. Birden çok kez duvarlara tırmanan mahalle çocuklarının meraklı ve şaşkın bakışlarının odak noktası olurduk. Mahalle manavı, manavı ve fırını işimizin mahiyetini bilir ve yılın bu zamanının gelmesini dört gözle beklerdi.
“Van’ın sahibi yoktur” sözü Vanlılar tarafından sıkça kullanılmaktadır. Nitekim Van Gölü Havzası, sahip olduğu doğal ve ekonomik avantajlara rağmen gereken özeni göstermemiş ve kaynaklarının kıymetini bilememiştir. Hatta MÖ 1. binyılda, bölgeyi Yakın Doğu standartlarında göreli bir refah düzeyine yükselten bir kültür ve onun maddi kültürel kalıntıları da aynı derecede kayıtsızdı. Düşünün, sizden 2 bin 800 yıl önce Urartular yazıyı ülkeye getirip, yüksek ve sağlam binalar inşa ettiler. Ama siz ovanın ortasına 10 katlı çirkin ve dayanıksız binalar yaptınız. 2011 depremi ve yarattığı korkunç görüntü en azından Urartu’dan evlerimizi nereye yapıp nereye yapmamamız gerektiği konusunda bir ders almadığımızı gösteriyor.
Ancak tüm aksiliklere rağmen şehir Urartu’nun estetik telaşını taşımıyor, aksine toplumsal hafıza derinlerde devam ediyor. Bölgede günümüzde de devam eden yeme-içme alışkanlıkları, giyim alışkanlıkları, efsaneler ve inanışlar Urartu ve öncesinin derinliklerinden gelmektedir. Örneğin Urartu inanç sistemi ile bağlantılı olan Hazine Piri Kapısı, Meher Kapısı, Analıkız gibi açık hava kutsal alanları, anıtsal yerler ve ana kayaya açılan kapılar gibi yapılar, Urartu inançlarına yeni anlamlar kazandırmıştır. Ermeni, Kürt ve Türk toplulukları. 19. yüzyılın ortalarında Van Kalesi’nde ilk kazıları yapan Layard, “Khazana Kapousi” (Hazine Kapısı) olarak adlandırılan Analıkız Kutsal Alanı’nda da kazı ve araştırmalar yapıyor. Layard notlarında buranın Hristiyanlar ve Müslümanlar için hala kutsal olduğunu vurguluyor. Efsaneye göre bu kapıların altında hazinelerin bulunduğu salonun girişini kapatan ve alev kılıçlı iblisler tarafından korunan demir bir kapı vardır. Sadece geceleri ejderha tarafından korunan yazıtın içindeki sihirli kelimeler kapıyı açabilir. Gün doğarken ejderha mağaranın yanındaki deliğine gider. Burada aynı hikaye Kale Mahallesi’nin ileri gelenleri tarafından hala anlatılmaktadır. Hatta beni defalarca uyardılar, “Hocam sen hazineyi ya da kale kapısını yanlış yerde arıyorsun”…
URARTU’YU NEDEN KAMU ALANINDA GÖREMİYORUZ?
Urartu’yu kamusal alanda doğru dürüst göremememizin sebebi sanırım 2-3 yıldır şehre gelen yöneticilerin ve görev yerlerinin kaldıkları süre boyunca daha konuyu anlamadan değiştirilmiş olmalarıdır. Bu durum bölgede kazı ve bilimsel çalışmalar yapan araştırmacılar için çoğu zaman kabusa dönüşüyor. Yöneticiler onarım, restorasyon ve diriliş peşindedir. Örneğin Van’ın Eski Kent’i hep diriltilmeye ve diriltilmeye çalışılır. Raporlarımızda bunun mümkün olmadığını belirtiyoruz. “Ayağa kalkmak” gerçekçi değildir. Ancak şehrin yöneticilerinin her zaman Eski Van’ı yeniden canlandırma hayali vardır. Bu kültür ve turizm bürokrasisinin de işine geliyor, çünkü projeler fiilen hazır!
Ancak merkezi yönetimin ve yerel yönetimin temel motivasyonu hazine avcılığının, eski eserlerin tahribatının ve kaçakçılığın önlenmesi olmalıdır. Kaçak kazıların ve kolay hazine avcılığının en çok yapıldığı bölgelerden biri sanırım Doğu Anadolu. Yani hemen hemen her köyde, yakınlardaki antik kalıntıları kazan ve bunu oldukça sıradan hale getiren bireyler veya gruplar var. En büyük zararı veren de bu yaklaşımdır. Urartu nekropollerinde özgünlüğünü koruyan alan adeta yok olmuştur. Çoklu gömü yapılan mezar odalarındaki ölü hediyelerinin ağırlığı hazine avcılarının bu alanlara daha fazla yönelmesine neden olmaktadır. Urartu kale yerleşimleri de daha organize gruplar tarafından yağmalanmıştır. Bunun son örneği, halen devam eden Ayanis kazılarının hemen yanı başındaki Garibin Tepe’dir. Haber kanallarında yerin 5 metre altına kazılmış 40-50 metre uzunluğundaki geniş tünellerin görüntülerini izledik. Herhalde hiçbir arkeolog Urartu’nun o eşsiz duvar fotoğraflarına bu kadar canlı renklerle rastlamayacaktır. Çok nadir…
Ne yazık ki Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki hem arkeoloji hem de Urartu çalışmaları güncel siyasi gerilimlerin ve kaygıların kurbanı olmaya devam ediyor. Çünkü Urartu’nun Van’da görünürlüğü ve tanınması halktan çok güçlülerin uygun gördüğü orandadır. Aslında bu yaklaşım Anadolu’nun diğer bölgelerinde de pek farklı değil. Bilimsel çalışmaların yanı sıra bu duyarlılığın ve farkındalığın artması için özel bir çaba gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum…
*İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Tarihi Bölümü
haber-marmara.com.tr